2 Eylül 2013 Pazartesi

Köprülü Kanyon


   Babamın yıllık iznini alması üzerine hala devam ettiği gibi yaklaşık 1 haftadır geziyorduk. 5. gün için planımızsa annemin isteği üzerine Köprülü Kanyon'da rafting yapmaktı. Sabah 7'de kalkıcaz diyip 9'da uyanınca hemen hazırlanmaya başladık. Giyinip çıktık ve arabaya bindik.

   Beyin sulandırıcı 2 saat boyunca gerek asfalttan, gerek Jeeplik taşlık yollardan geçtik. Yolların hepsi bu kadar beyin **cıklayıcı değildi tabii. Dağın başındaki köy yollarından geçerken Antalya'nın güzel insanlarıyla da tanıştık. İnek sağan dedeler, damda domates ve biber kurutan teyzeler, salça kaynatan kadınlar.. Yol hariç her şey çok güzeldi. Taaaa ki; misafirperver 4 dededen yanlış yolda olduğumuzu öğrenene kadar (!). Kargıhan denen yerde bir yol ayrımı vardı ve biz amele gibi bütün yanlış yollardan geçmiştik. Yani yolculuğun 4/3'ünü yanlış yolda beyin **cıklanması yaşayarak geçirmiştik. O anda gülsem mi ağlasam mı bilemedim yani. (Beynim o kadar sulanmıştı hiç bişey yapamadım zaten.) Pes etmedik ve dedelere teşekkür edip, doğru yola ilerlemeye başladık. 10-15 kilometre sonra hepimizi rahatlatan o tabelayı gördük; "Köprülü Kanyon 47 km". Şanslıydık. Eğer yollar düzgünse Köprülü Kanyon'un buz gibi sularında rafting yapmamıza yaklaşık 2 saat kalmıştı.

   "Köprülü Kanyon 37 km", "Köprülü Kanyon 27 km"... Her 10 kilometrede bir tabelalardaki sayılar azalıyordu. "Oh be," dedik "az kaldı.".
    Bunu dedikten 2 dakika sonra ilerde yol yapım araçlarını görmemizle dünya başımıza yıkılmıştı resmen. "Hay amına koyim böyle işin!" "Siktiğimin yolu!" "Koyarım ben böyle işe!" 


    Yol yapım çalışması vardı ve asfaltın bittiği yerden sonrası tamamen taşlıktı. Gidilebilirdi ama bu gidiş saatini ikiye katlardı. Ama babam yine de bir ümitle ordaki adamlardan birine "Çalışma kaç kilometre sürüyo?" diye sordu. Adamın "Köprülü Kanyon'a kadar böyle." demesiyle babamın arabayı döndürmesi bir oldu tabii ki.
   Bütün o beyin sikilmelerini rafting hayali kurarak yaşayınca üzülüyo insan.

   Dönüşte sıkılınca uyudum bende. Uyandığımda böyle ağaçlı otlu böcüklü bi yerlerin ardından bi deniz çıktı karşıma. Çaltıcak'taymışız halbuki. Köprülü Kanyon'un hırsını denize girerek atmak için gelmiştik heralde. Neyse işte ben uyurken bunlar Migros bulmuşlar bitane ordan bişeyler de almışlar yemek için.
  Bagajdan eşyalarımızı alıp büyük bir kasvetle ilerlemeye başladık. Ordaki masalara kurulduktan sonra da denize girdik. Denizde güzel olmasa tatilimiz benzinlikte durup kahve içmekten ibaret olucaktı. Bütün bu olaylar arasında en komikleri ise denizdeki göt kadar balıkların bacağımdaki yaradan bir parça ısırması oldu. Unutuyodum, önümüzde mangal yapan bi adam vardı bide; 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Batman


    Dostumu gezdirme çabaları içindeyken yaşadığımız bi olayı daha anlatmak istiyorum.

Antalya'yı """çok iyi bilen biri""" olarak Ankara'dan gelen dostumla dışarı çıkıcaktık. (Merhaba ben Seren,Antalya'ya gelen dost birazda ben bir şeyler anlatayım :D) Şimdi o gün ipek dostumun ailesi bizden önce dışarıya çıktı Işıklar Caddesi'ne gittiler,sizde sonradan gelirsiniz dediler(hani ipek reis yolları biliyor ya :D).Ha unuttum o gün benim doğum günümdü 6 temmuz birde ipeğin babasının doğum günü hep birlikte kutlayacaktık.Birde ben geldiğimden beri İpek kaybolmayı çok istiyordu "Ya abi keşke bilmediğimiz rastgele bir otobüse binip bilmediğimiz bir yere gidip kaybolsak." diyordu.
Terra City'e giderken. (Soldaki İpek, sağdaki ben.)
O gün Terra City'ye gittik sabah kahvatlısı ile duruyoruz. İpek Burger King'den bir tane çilekli milkshake aldı ,onun dışında yemek yemedik çünkü anneleriyle birlikte yerdik. Neyse,biz çıktık bir baktım KL06(Antalya'da bir otobüs) hemen koştum "Hadi ipek koş lan otobüsü kaçırıyoz lan" dedim. İki danacık olarak koştuk. Parayı falan verdik birde yer bulduk oturuyoruz tabi açlıktan ölüyoruz saatlerdir yemek yemiyorduk,ışıklarda inecektik(lafta). Karşımıza bir tane güzel,genç,sarı saçlı,mor elbiseli kulaklıklarını takmış müzik dinleyen şirin bir turist birde 50-60 yaşlarında bir teyze oturdu.Otobüs tıkış tıkış.Biz ışıklarda ineceğiz derken 2000 plazanın oradakinde değil Leman Kültür'ün oradakinde inecektik (halbuki orası gidiş durağı geliş değil eh işte bizde beyin olmadığı için).Yeni yapılan alışveriş merkezi MarkAntalya'nın yanından geçerken karşımızdaki teyze turiste 'Aaa şunların yaptığına bak ALLAH koruyor ALLAAHH' demeye başladı (alışveriş merkezinin tepesine ışık yerleştiriyorlardı).Kızın o an yüz ifadesi görülmeye değerdi...Wtf der gibi bakıyordu :D Tabi teyze nerden bilsin o kız yabancı.. Neyse sonra teyze 'Allah'ım' falan demeye devam etti.İpek bir panik oldu 'Olm lan nereye gidiyoz biz 5M migrosa mı gidiyoruz yoksa'.Kalktım sordum şoföre adam dedi ki: "Hanımefendi biz Migrosa gidiyoruz ışıkları geçeli çok oldu,(Ben tabi orda içimden sövüyorum) sizi Migros'un oradaki durakta indireyim karşıya geçip KL08'e binin."dedi. İpek'te sövmeye başladı falan neyse biz atarlıyız ama en azından action oldu. Duraktan indik köprüye çıkıyoruz (benimde üzerimde Batman logosu olan siyah bir t-shirt var).Yine geri zekalı milleti "engellilere yardım ediyoruz" bahanesiyle kazıklamaya çalışan saçları süpürge ile çekilmiş gibi görünen keş yaratıklar var.
Köprüdeyken ben. 

 Biz zaten hayattan bezmişiz,açız,tipimiz kaymış,dudaklarımız kurumuş, 100 saat koşmuş gibi ter kokuyoruz birde o mallar geldi "Pardon biz şe-" cümlesini bitiremeden İpek "İlgilenmiyoruz" dedi sertçe. Adam İpeğin yolundan çekilirken, adam bu seferde bana "Peki ya şu arkadaşımız?" dedi. Bende "Ehehe yok ilgilenmiyorum." dedim. Ve hızlıca yürümeye başladık. Sonra, köprünün kenarına oturmuş, aşşağı itsen düşüp geberecek olan  amele bi herifin teki t-shirt'ümden esinlenerek "Heyy,Batman!
İpek köprüde atarlı bakışlar atarken.
Paraya ihtiyacımız var." dedi.  Bende atara gelip, yüksek sesle "GİT GÖTÜNÜ VER O ZAMAN!" dedim :D Herif bişey yapar diye göt korkusuyla hızlıca yürüyen merdivenlere ilerledik. Tabii inerken nasıl gülüyoruz... Sonra dolmuş durağına gidip beklemeye başladık. Bir sürü dolmuş gelip geçti ama KL08 olmadığı için hiçbirine binmedik, o riski alamadık :D Neyse sonunda KL08 geldi, bindik ve doğru otobüse binmiş olmanın verdiği güvenle ilerledik.
Ta**ağını yiyim KL08.
Biniş kapısın dibindeki koltuklara oturmuştuk ve otobüs boş olduğu için her konuştuğumuz duyuluyodu. Bizde amele amele hiç bişey demeden gülüyoruz yaşadıklarımıza. Bütün yolcuk boyunca şişko, boynuyla çenesi kilodan birbirine kaynaşmış dolmuş şoförü dikiz aynasından o pörtlek gözleriyle bizi izledi.
O da ayrı komikti tabi. 'Mahallemize' vardıktan sonra İpeğin ailesiyle Leman Kültür'de buluştuk. Bira sözümüzü aşmış olmamıza rağmen, İpek annesini Miller almaya ikna etti. Biraları ve diğer içecekleri beklerken doğum günümü burada kutlayacağımız hiç aklıma gelmemişti ki, çikolatalı bi pasta masamıza geldi. Nolduğunu anlayamadan "Heppi de börtdey tu yuu..." diye Leman Kültür'ün kendine has Happy Birthday cover'ı çalmaya başladı,şarkının linki; http://www.youtube.com/watch?v=_NJFi7EJF60 'sıkoçbırayt' arkadaşımıza teşekkürler o gönderdi linki :D. İşte mumları falan üfledim, etraftaki bi kaç kişi alkışladı. Sonra da pastayı kesmek için içeri götürdüler. O sırada Candan teyze ve Zeynep abla bana aldıkları hediyeleri verdiler. Çok güzel bi gündü. 

 Leman'da çekilen güzel bi pozda var bide; 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

"Merahaba, ben Görme Engelliler Derneği'nden geliyorum..."

Subway'den tıkınırken

   En yakın arkadaşım Ankara'dan gelmişti ve 2 hafta bizde kalacaktı. Benimde hiç param olmadığı için anca 4 gün sonra falan dışarı çıkabildik. Çok açtık o yüzden ilk iş olarak Terra City'e gidip favorimiz olan Subway'e gittik.Yemek yedikten sonra favori mekanımız D&R'a gidip biraz kitap karştırdık. D&R'da geçen saatlerin ardından beynimiz sulanmıştı ki akşam olduğunu fark ettik. Annemleri arayıp bizi gelip alabileceklerini söyledik. Alışveriş merkezinin önündeki banklara oturduk ve annemleri beklemeye başladık. Sohbet ederken, bi adam elinde kağıtlar, gazeteler ve ne olduğunu bilmediğimiz dosyalarla birlikte bize yaklaştı. Böyle genç bi adamdı, öğrenci falandı heralde. "Merhaba, ben Görme Engelliler Derneği'nden geliyorum." diyip elindeki gazetenin logosunu gösterdi. Bizde mal gibi bakıyoruz. Sonra konuşmaya başladı; "Dernek için para topluyoruz, verdiğiniz bütün paralar görme engelli insanlara yardım edecek. Bağış yapmak ister misiniz?...." Adam o kadar çok konuştu ki hayır bile diyemedik. Ve zaten eğer para vermezsek yapışıcağını anlamıştık. Arkadaşım da 5 lira vermek için cüzdanını çıkarıyodu. Ama bozuk parası olmadığını fark edince 10 lira çıkardı. Adama, "5 lira vermek istiyorum" dedi. Adam parayı aldı ve "İkinizin adına 5'er lira alıyim. Buyrun bunlarda stickerlarınız." diyip elimize iki tane Atatürk yapıtırması tutuşturup, tam anlamıyla "koşarak uzaklaştı". Stickerlar elimizde sik gibi kalmıştık. Sonra birden bize bi gülme geldi. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim şahsen. Kazıklanmıştık ama mutluyduk. Yaklaşık 2 dakikadır herife sövüyorduk ki, bi çift bize yaklaşmaya başladık. Birden, "Yoksa bunlarda mı para istiycek lan?" diye aklımdan geçmedi değil. Hiç beklemediğim bi anda "Hi! Can you speak English?" dediler. Her ne kadar İngilizcemin iyi olduğunu düşünsem de, kadın öyle diyince göt gibi kaldım ve amele amele el işaretleri yapmaya başladım. Amacım "biraz" demekti... Arkadaşımın "Yes, little." demesiyle kadın "Okay, nice. Me too." dedi. Sonra devam etti; "We search a place." durdu. Biraz düşündükten sonra "Shift, shift." diyip elleriyle kareler ve manasız şeyler çizmeye başladılar. Bende "Marka ismi falan mı arıyolar acaba." falan diye düşündüm. Ama ikiside hala inatla "Shift shift." demeye devam etti. Mal mal baktığımızı görünce durdu ve "One minute." dedi. Neyse ki ona "Okay." diye cevap verebildim... Telefonunu çıkardı ve bişeyler yaptıktan sonra bize bir WhatsApp mesajlaşmasını gösterdi. En başta anlamadım ama parmayığla WhatsApp'teki gemi ifadesini gösterince bize "Ship" demek istediklerini farkettim. Tam suskunluğumu bozucaktım ki arkadaşım benden önce davranıp, "Haaa, ship." dedi. "Yeah, yeah ship." dedi kadın da. Demek istediğini anlamıştık ama sorun liman, deniz ya da anlatmak istedikleri her neresiyse orayı bilmiyoduk. (Zaten beni hiç sormayın. Antalya'da doğdum büyüdüm ama sorsanız hiç bi yer bilmem.) Arkadaşım da "Sorry, we don't know this place." falan dedi. Onlarda teşekkür edip gittiler yani napıcaklar başka gavurlar.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Three Doors Pub ve Zenciler

Nigga dostlarımız!


 Işıklar caddesi'nden dolmuş durağına yürürken, duymuş olduğumuz Salsa müziğine (dansçı ablam ve arkadaşı yüzünden) resmen sürüklendik. Ablamın bir arkadaşıyla orda karşılaşması ve sahnede salsa yapan bir çift ise ablamın sahneye atılıp arkadaşıyla Latin dansları yapmaya başlamasına yetti. Aaa ne güzel, dans ediyolar falan derken yan masadaki zencileri gördük. Irkçı falan değilim, asla (!) ama ister istemez insanların dikkatini çekiyorlardı.

En yakın arkadaşımın ve benim ( "WhiteNiggass" isminden belli olduğu üzre) zencilere biraz takıntılıyızdır. Şahsen ben nedenini bilmiyorum ama hoşuma gidiyolar. Belki de çikolataya benzedikleri içindir... Neyse. 
Boyum dolayısıyla oturmakta hiç zorlanmadığım uzun sandelyelere geçerken, biraz eleştiren gözlerle de dans eden çifti izliyoduk. (Dansçı değilim ama berbat dans ettiklerini söyleyebilirim, gerçekten.) Benim ve arkadaşımın "gaz vermeleri" üzerine ablamı dans etmeye ikna etmeyi başardık. Karşılaştığı dansçı arkadaşıyla sahneye yürürken gururlanmadım değil. Yaklaşık 5 dakika dans ettikleri süre boyunca zenciler de pür dikkat izlediler tabii. En sonunda yakın arkadaşım çıkışıp, "Yeter ya, ben fotoğraf çekebilir miyiz diye sormaya gidiyorum." demesiyle maceramız başladı. Masalarına gitti ve duyduğum kadarıyla İngilizce "Can we take a photo?" gibisinden bişeyler sordu. Onlarda hemen kabul edince telefonu ablamdan kapmamla onları zencilerin yanına yollamam bir oldu. Gülümseyip "Hi" may bişeyler dedikten sonra hemen poz verdiler. Bende bi daha bulamayız fotoğraf çektiren zenci deyip art arda milyon tane fotoğraf çektim. Ablam yarım yamalak İngilizcesiyle bunlara "tenk yu" falan dedikten sonra tam masamıza kaçacakken, bu zenciler bişeyler sormaya başladılar. (Tabi buldular karıyı.) "Yazsam roman olur" diyecğim kadar çok konuştuktan sonra bunlar hakkında bayağı bişeyler öğrendik. (Tek  yaptığım yaşımı söyleyip, amele amele gülümsemek oldu bunu da belirteyim...) Bunlar meğerse buraya okumaya gelmişler. Zenciler (yani Abdullah ve Antonio) Afrika'dan; esmer olanlar ise (İego ve Fernando) Tayland'dan gelmişler. Hem de ekonomi okumak için (?). Okuldu, isimdi, yaştı derken bunlar birden bizim telefon numaramızı istediler. Bende o kadar zekiyim ki ne yapacağımı bilemeyip ablamın telefon numarasını verdim... Sonra bunlar bize denize gitmeyi teklif ettiler. Neyse ki ablamın dans kursu diye bişey var da, dördümüz adına yalan uydurabildik. Konuşma sırasında Antonio adlı şahısında dans dersleri aldığını öğrenmiştik. Tam kaçmaya çalışırken bu seferde ablama dans teklif etti. Ablam da "Nasılsa ayda yılda bir macera yaşıyorum" mantığıyla kabul edince, bi de bunlar dans ettiler. Şuydu buydu derken artık saat on ikiye yaklaşıyodu ve ilk defa bu kadar geç saatte tek başımızaydık. Gitmemiz gerektiği için "gut bay", "he he ay vil kal yu" diyerek ordan ayrıldık. Eve giden tek dolmuşu beklemek için durağa ilerlerken ablam kimin numarasını verdiğini sordu. Arkadaşı, kendi numarası diye beyaz eşyacının numarasını verdiğini söylerken ben amele gibi bakıyodum... Sonra ablam bunu öğrenince biraz laf etse de ona "çağrı engelleme" diye bişey olduğunu söyledim. Aslında onlar zencilerle bi daha görüşmeyelim falan diyince üzüldüğümü söyleyebilirim ama arkadaşımın dediği gibi "Bir seferde eğlenceli olan şeyin ikinci seferde tadı kaçıyo". Kesinlike.
 Tabi ki macera burda sona ermiyo;
Eve sağ salim vardıktan ertesi gün, ablamın telefonu tam anlamıyla "tacize uğradı". Çağrı engellemeyi tam yaparken tekrar aradılar ve tekrar, ve tekrar... Sonunda pes ettiklerinde hemen çağrıyı engelledik ve onlar ne zaman arasa altta "Çağrı engellendi." yazısından anladığımız üzre neredeyse 10 kere daha aradılar. Bu aramalardan sonraki gün telefona gelen "Hatırladın mı ? Biz dün dans edemedik. Ben masaj bekliyor." mesajı üzerine kahkahalarımı engelleyemedim tabii.

  Her ne kadar eğlensekte sohbetten ötesi olmamalıydı olamazdı da zaten. Ama yine de burdan zenci arkadaşlara çok teşekkür ediyorum, çok eğlenceli bi gündü!

Not: Soldan sağa fotoğraftakiler; Ablam, Abdullah, ben, Antonio, Fernando.